19 Ocak 2011 Çarşamba

kuskus vol(3): çarşamba

Bugün günlerden Çarşamba.Uğurlu günüm.Bekliyorum.Belki keyifli bir şey olur,belki keyifli bir haber alırım diye.Koşmak istiyorum.Sokaklarda koşmak istiyorum bağıra bağıra.Böylece iyi şeylerin beni farketmesini sağlayabilirim.Beni farkederler ve gelirler belki.Benimle bağıra bağıra koşarlar onlarda.Eğleniriz de beraber.Sonra bir kaçını bakkal amcaya bırakırım,bir kaçını komşu teyzeye.Sokaktaki dinlenciye bırakırım bir kaçını.Saçları sarı kıza veririm birazını.Zaten mutluydu.İyice mutlu olup çatlayıp ölsün,mutluluktan diye.Sarı saçı severim ben.Platin rengi pek aladır.Ama hiç boyamadım saçlarımı sarıya.Ben saçlarımı hiç boyamadım esasında.Ama bazısına çok yakışır sarı saç.Bazısına da yakışmaz.Siyahtır onların kaşları.Saç diplerinden de 2 cm siyah saç görünür,bir de tenleri turuncu renktir.Kiremit parçalıyorlar sabahları yüzlerinde.Onlara hiç yakışmaz mesela.Ama Banu Alkan'a yakışır.Banu alkan'a her şey yakışır aslında.Özellikle filmlerindeki eşsiz sahneler.Severim ben Banu Alkan'ı ilginç bir bünyedir.Tecavüzden kaçarken bile erotik olabilen tek kadındır.Tecavüze uğrarken de,en seksi yalvarışları yapandır o.Kimi zaman tecavüze uğramıyor da sadece fantezisini yapıyor diye düşünürüm.Zevk alırım izlemekten.Defalarca izlemişimdir filmlerini ve sarı saçlarını.Bir de çok duayen bir insandır, dans konusunda.Geceyi kurtaran figürler olmuştur,şahsından öğrendiğim.

Dans etmeyi de severim ben.Hep korur o vücudunu,özen gösterir, güzel kalır hep vücudun.Esnek kalırsın.Düğünlerde halay başına geçersin sayesinde.Kadınlar toplandığında parmakla gösterilirsin.''Çok güzel oynar o hadi çıkta bi oyna teyzelere'' diye.İlk şarkıda deliler gibi oynayıp,ikincisinde nefesi kesilenlerden değilsindir asla.Dördüncü şarkıda bile hala tek başına sahnede günün yıldızısındır.Dans yarışmaları olur mesela üniversite şenliklerinde.Birazcık biliyorsan fırsattır bu sana.Tüm okula kendini göstermeye.Dans edersin , birinci olamasan da bilir herkes seni.Geçerken ''aaaa dans eden kız derler''.Birinci olursan daha aladır tabi.Tanışırsın da mesela o yakışıklı çocukla.Ama erkeklere yakışmaz dans etmek.Azdır yakışanı bence.Ciddi surat ifadesiyle dans etmemeli erkekler.''Burda da erkeğim ulan'' dememeli dansıyla zannımca.

Kendini ifade etme şeklidir dans etmek.Sözsüz ifade biçimidir.Vücut dilinin grammeri ve diksiyonu iyi olanıdır.Dans etmek enerji attırır bir de.Stresini alır,deşarj olursun.Hele bir de bağırarak dans edersen,daha da bir şey gerekmez eşşiz rahatlamaya.Koşmak da iyidir mesela.Dans edemiyorsan koşabilirsin enerji atmak için.

Koşmak istiyorum ben bugun.Bağıra bağıra koşmak istiyorum sokaklarda.Koşarken yolda Banu Alkan'ı görüp sarı saçlarına dokunmak istiyorum.Koşmak istiyorum.Bağıra bağıra.İyi şeyler beni farketsin diye.

13 Ocak 2011 Perşembe

'Kanuni Kanuni beni bırakıpta nereye gidiyorsun hain erkek?'

Son günlerde hangi kanala baksam,ilk karşılaştığım konu 


'Muhteşem Yüzyıl' dizisi haykırışları.

Yahu nedir bizim alıp veremedğimiz,güzel işler yapmaya çalışanlarla?Nedir bizi bu kadar dar görüşlü, anti-yenilikçi yapan?

''RTÜK’e geçen yıl 9 ayda toplam 64 bin bildirim yapılırken, tartışmalara yol açan “Muhteşem Yüzyıl” dizisi için 25 günde 75 bin şikayet geldi. Osmanlı’nın yanlış tanıtıldığını düşünen izleyicilere göre dizi tarihimize hakaret ediyor.''

Yurdum insanı gene iş başında.Sultan Süleyman, kadın düşkünü bir alkolik olarak yansıtılıyormuş.Yok harem sahneleri, yatak odası sahneleri kültürümüze aykırıymış.Yok tarihimiz lekeleniyormuş.Acaba dizide,sevişme sahneleri koymak yerine tarihte vuku bulmuş bir savaşı olduğundan farklı anlatıp,yansıtsalardı,kaç tane milletim insanı farkına varacaktı,kaç tanesi çıkıp:
'yahu tarihi yanlış yansıtıyorlar'
diye isyan edip şikayette bulunacaktı.Sadece tarih okuyan bir kaç kişi.Yani sadece üçü beşi.

Gene ortada kültürel seviyemiz.Hala bir dizi yada film izlerken takıldığımız ilk şey cinsellik konuları üzerine oluyor.Toplumumuzdaki bastırılmış duyguların dışa vurumu için fırsattır bu tür dizi ve film 'gafları'.Hiç kaçırmayız şansı,gördük mü bir cinsel içerik.Hatta görmeye bile gerek yoktur, benim ülkem insanları öyle deneyimlidir ki bu konularda , hissederler. Olmayanı da hissederiz biz, var ederiz, inananırız olduğuna,inandırırız da diğerlerini.Ama aslında hiçbiriniz farkında değilsiniz  ki, sizin bu yaptığınızın da,aslında isyan ettiğiniz olaydan pek de aşağı kalır yanı yoktur.Daha da sapıkça,hatta,belki de sapkınca.

Mesela imgeleyecek olursak,

Diziyi izlemek üzere tv karşısına kurulur bay/bayan X. Ogün yeni başlayacak bir dizi vardır.Heyecanla onu bekler.Ve dizi başlar...Bizim X pür dikkat televizyon ekranına çivilenir ,öyle ki hiç bir anını,hiç bir detayını kaçırmamalıdır.Gözlerini kırpmaz bile.Gerilimeye başlar bir süre sonra,istediği,beklediği bir şeyler vardır,kendisininde bilmediği.Hala bulamamıştır o bilmediği ama beklediği şeyi.Sonunda ekranda dizi oyuncusu bayanla,bir bay aşk dolu bakışlarla birbirine bakarken,bir anda dudakları kavuşur.
X heyecanlanır panik yapar,eli ayağına dolaşır,ne yapacağını bilemez.Ama,evet,nihayet bulmuştur neyi beklediğini.Gözlerini bir saniye bile ayırmaz.Artık son darbeyi beklemektedir.Dizideki kadın ve erkek öpüşmeye devam ederler.Kadının gömleği sıyrılır omuzlarından,sadece omuzlarının çıplaklığı görünür ekranda.Ama X o engin tecrübelerine dayanarak bilir ki, aşağıda omuzdan fazlası da vardır çıplak olan,biliyordur işte.Nasılını sorma söyleyemez ama biliyor.Eli hemen telefona doğru uzanır.Telefonu elindedir artık.Kalp atışları gittikçe hızlanır,ter basar,artık kendini izlemekten almaya çalışmanın anlamı yoktur,tüm ruhunu sarar o çıplak omuz ve aşağıda olan çıplak diğer uzuvlar.Artık son sahnedir,kadın yatağa uzanır,adamın da gömleği yoktur artık,yatakta uzanan kadının dudaklarına doğru uzanır yeniden dudakları.Ve sahne kararır.

Sahne yeniden aydınlandığında kadın yatakta nevresime sarılmış şekilde uzanmaktadır.Belli ki nevresimin altında çıplak bedeni vardır.X'in beden ısısı artmıştır,herşeye uyanmıştır artık.Karanlık sahnede neler olduğunu biliyordur.Bütün bedeni şiddetle titreremeye başlar,artık dayanamıyordur.Elinde tuttuğu telefonun tuşlarına basar ve RTÜK'ün numarasını çevirir.
Ve ardından bedeni patlayacakmışcasına hissederken,ağzından dökülür büyülü sözler:

'Bla bla kanalında yayınlanan bla bla dizisi kültür yapımıza aykırıdır ve şiddetli bir biçimde çıplaklık ve erotik sahneler içermektedir.Yayında kaldırılmasını talep ediyorum.'  

Bedeni son kez kesik kesik titrer.Bir halsizlik gelmiştir.Üzerine hafif bir yorgunluk çöker.Bedeni gevşediği için, telefon elinden kayıp düşer.Yatağına uzanır.Tavanı izler.Yerde duren sigara paketinden bir dal alır.Tavana bakarken 'zevk' sigarasından ağır ağır nefes çeker.

Evet,'duygusal masturbasyon'.

Benim insanım kınar tabi cinsel içerikli ürünleri. Benim insanlarım haykırır tabi. Kendinden geçer elbette. Her türlü erotizmi aklında biçimlendiren ,konuya ,kişiye,objeye isyan eder tabiki.Benim insanım hiç özgür bırakılmadı ki bu konuda.Hiç fırsat verilmedi ki insani olan duygularını yaşaması için.Benim insanım cinselliğin insan olmanın bir parçası olduğunu, su içmek kadar ,yemek yemek kadar ,uyumak kadar olağan ve bir ihtiyaç olduğunu hiç öğrenmedi ki.Onlar,insan olmanın ne demek olduğunu keşfedemediler ki.İşte bu yüzden bastırılmış duygularının kontrolü altında,aslında ne kadar zavallı olduğunu bilmeden,fırsatını bulduğu her anda, gizli köşesine saklanıp masturbasyonunu yapıyor.

Eh be,sizler.Sultan Süleyman'da insan, Franz Kafka da, Edip Akbayram da ve Mustafa Kemal Atatürk'te...Aşın artık cinsellik tabusunu-korkusunu da , duygusal masturbasyonunuzu sanatla yapın,bilimle yapın sporla yapın.

PS:Ben sanatla yapmayı tercih ediyorum.:)

11 Ocak 2011 Salı

''Hor'' 'un notlarından : GEÇİT

Benim adım: 'HOR'



Her sabah,

Yatağımın üzerinde uzanırken,boş tavana açıyorum gözlerimi.

Masamda duran saate bakarım.

Saat yedi zamanı,beş zamancık geçer hep.

Ayağa kalkıp,kitaplığın üçüncü rafında duran aynaya bakarım.

Sonra...



Yüzümü yıkamam ben. Odama hiç su girmedi.Temizliğimi nasıl mı yapıyorum?
Daha sonra anlatacağım.Şimdilik,temizlik için su kullanmak sizlere göre bir şeydir,bunu bilin yeter.    
Sudan korkarım,ben.

Aynanın karşısına geçtiğimde, renkli duvardaki 'küçük kız çocuğu' nun yansımasına bakarım.Ona asla direk bakamam.Ayna mesafesidir,ona yaklaşma sınırım.  
Küçük kızla her gözgöze gelişimizde karnıma ağrılar saplanıyor.

 Hafif , titrek bir gülümseme gelir dudağımın kenarına ve odamın kapısından dışarı çıkarım.


Odadan çıkınca buluştuğum ilk şey başka bir aynadır.Ama bu ayna karşısındakini yansıtan türden bir ayna değil. Yaşanmış olan günlerden , her hangi birinden görüntüler sunar.Sırrını çözememişte olsam,eminim ki hangi günü göstereceği sadece bir tesadüften ibaret değil.Geçmiş aynası.Geçmişin yansımaları.

Yüzümdeki,zaten titrek olan gülümse,yansımalarla beraber tamamen yok olur.


Sağ tarafa doğru bir koridor var. Aslında koridor demek pek de doğru olmaz, bir geçit. 
Her gün iki kere geçtiğim aynı yer;ama hep farklı yer.

Geçit sürekli boyut değiştiriyor.Kimi günler öylesine darlaşıyor ki, geçmek için yan dönüp, yüzümü duvara dönerek yürümem gerekiyor.Öyle ki bir seferinde, yüzüm tamamen sıkışmış, burnum tamamen yüzüme gömülmüş, nefes alamaz hale gelmiştim.Duvarlar tanıyamadığım bir kokuyla kaplıydı.Bir an oradan hiç çıkamayacakmışım gibi gelmişti.Taki, son nefesimle kocaman hapşırıp, duvarların hapşırmaktan hoşlanmadığını anlayana kadar.
Ölçüleri sürekli değişiyor da olsa,geçit benim enim ve benim boyuma ulaşabiliyor en fazla.Birileri sanki bana özel yaptırmış gibi.Evde tek yaşadığımı düşündüren en güçlü kanıttır bu geçit.Ben yalnız yaşarım.

Geçitin uzunluğu ne kadar bilmiyorum, sanıyorum ki eni ve boyu gibi uzunluğu da değişiyor.Özellikle mutsuz uyandığım günlerde hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor.İlk günlerimde sabit bir nokta belirlemiştim duvarda, ne kadar ilerlediğimi anlayabilmek için.İlerledikçe bu noktadan uzaklaşmak yerine,hep aynı noktadan yeniden geçmeye başlamıştım.Şaşırmıştım.Yeniden denedim ve yeniden.İşe yaramadı.Bir türlü yolun sonuna ulaşamadım. Şimdi olsam bunu denemezdim bile.Ne kadar çok takılırsam bir şeye,o kadar çok sorun yaratıyor,ev.Birbirimizden hiç hoşlanmıyoruz.


Yolun sonunda çelik bir kapı var. Pek büyük sayılmaz. Kilidi yok. Sanki hiç açılmayacakmış gibi ağır ve kararlı. Sol elimin serçe parmağını kaldırıp çelik kapıya dokunuyorum.O ağır kütle ona ait değilmişcesine , yeniden geldiğime sevinerek sonuna kadar açılıyor.Kapıdan geçiyorum.

        ...........


''ORA''DAYIM.

       ...........

Yatağımın üzerinde uzanırken, boş tavana açıyorum gözlerimi.

Masamda duran saate bakıyorum.

Saat yediyi beş geçer hep.

Ayağa kalkıp, kitaplığın üçüncü rafında duran aynaya bakıyorum.

Sonra...

Yüzümü yıkıyorum.


 .


9 Ocak 2011 Pazar

kuskus vol(1) : SANSÜR

Bugün asabiyim ben.Tam olarak uyanamadım ama sinirlerim yeterince uyanık.Aslında bu gece hiç uyuyamadım.Uyuduysam da öyle değilmiş gibi hissediyorum.Gözlerim sızlıyor,başım ağrıyor.Sinir oluyorum ya ben sıkıldım artık baş ağrısından,düzensiz uykudan.Nefret ediyorum sabahın köründe afyonum patlamadan kapıyı çalan kapıcıdan,aradığım halde telefonunu açmayan arkadaşımdan,telefon faturamı dahi ödeyemeyecek kadar param olmamasından.Tiksiniyorum beni dinlemeyen insanlarda,dinler gibi durup uyduranlardan ve özellikle de konuşmama,anlatmama izin vermeyen şuursuzlardan.İlk buluşmanın içine edenlere,sevmediği halde seviyorum diyenlere,herşeye bin bir türlü bahanesi olanlara ifrit oluyorum.
Küfretmek istiyorum ben.Bağıra bağıra.Sokaklarda yapmak istiyorum bunu.Küfrederek dolanmak,parklarda gezmek,duvarlardan atlamak.Amuda kalkıp koşmak istiyorum bir ağız dolusu küfür kusarken.Penceresinden sepet sarkıtan teyzelerin sepetlerine bir avuç küfür bırakmak istiyorum.Köşedeki bakkalın camını sert bir küfür atıp kırmak istiyorum.'Günaydın' diye gülen hiç sevmediğim arkadaşıma küfürle cevap vermek istiyorum.Proje sunumu yaparken lafımı kesen hocalara da bir tokat küfürüm var.Aslında tüm projelerin üzerine de küfür kusmak istiyorum.Arkadaşım gibi görünen ama aslında hiç olamamış olan insanların suratına küfürmek istiyorum.Dört yıllık üniversite hayatımı istediğim gibi yaşayamadığım, yaşamak için uğraşmadığım için,ve şuanda pişman olup geriye bir adım bile dönemediğim,geçen günleri geri getiremediğim,hayatıma giren erkekleri üzdüğüm için,beni üzmelerine izin verdiğim için,İtalyan sevgilimle Hollanda'da beraber yepyeni,huzur dolu bir hayata başlama şansını teptiğim için,kırdığım kalpler için,benim kalbimin kırılmasına izin verdiğim için,yaptığım hataları düzeltemedğim için önce KENDİME sonraysa tüm evrene,nefesim tükenip,boğazım şişip,sonunda ses tellerim bir bir kopana kadar küfretmek istiyorum.Boğazımdaki yanma arttıkça daha da bağırmak istiyorum,sesim artık çıkmadığı halde bedenimi parçalarcasına sesim çıkana kadar KÜFRETMEK İSTİYORUM.

Ama neymiş efendim,olmazmış.Hiç yakışmazmış.Kızlara küfür etmek yaraşırmıymış,ağızlarından böyle laflar çıkarmıymış.Hele de benim gibi cicisine hiç ama hiç yakışmazmış.
  ........

Hadi ordan be,rahatlamak için sahip olduğum en ucuz ve kolay yolu nasıl elimden almaya cüret edersin ha? Ulan sansür herif,sen kim oluyorsun be.İstediğim kadar küfrederim.Hatta sana bile ederim sansür ün çocuğu.Sana mı sorucam nasıl rahatlayacağımı, sıfatına sansür.Küfür etmessem nasıl kurtulucam ben  streslerimden.Senden mi öğrenicem ne konuşup konuşmayacağımı çarkına sansür lediğim.Ağzına sansür, sansür çocuğu ,babanın çarkına sansür, bacağına sansür.Seni, sülaneni, yedi ceddini sansür.Gelmişini,geçmişini sansür.Geleceğini sansür.Sansür lan seni.Şarap çanağına sansür.Sen misin keyfimin kahyası ağzına sansür lediğimin sansür ü. Kafasına sansür lediğimin sansür ü.
sansür    sansür   sansür   sansür sansür   sansür    sansür   sansür   sansür   sansür   sansür  sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür sansürsansür sansür sansür sansür sansür sansür sansür   sansür  sansür  sansür     sansür      sansür      sansür     sansür     sansür ...

sansür oğlu sansür


Oh be rahatladım....

* Sansürlü kelimelerin hepsi ardı arkası kesilmeksizin,tek bir solukta sayılmıştır.

Benim adım ''Hor''

Benim adım 'Hor'.

Uzun zamandır burada yalnız yaşıyorum.
Kaç oda daha var bu kapının ardında:Henüz tüm odalarını göremedim.
Benden başkaları var mı bu dört duvar arasında yaşayan: Bilmiyorum.

Oda oldukça döküntü.Eski ahşap bir masa,tek bacağı kırılmak üzere olan bir sandelye var.Odanın tek bir duvarında,onlarca,yüzlerce,hatta sayamadığımca çok pencere var.Farklı boylarda,farklı enlerde ve farklı renklerde.Dışarıya baktığında, farklı farklı manzaralara sahip apayrı pencereler.Sayıları da hiç sabit kalmıyor.Bir sabah uyanıp bir bakıyorum ki,yeni yeni pencereler oluşmuş.Kimi zamanda aradağım pencere çoktan yok olmuş oluyor.Bazısı ise henüz ufacık bir ışık süzmesi kadarken,yok olup gidiyor.Kırılmış camının yerine,artık tükenmekte olan,odanın ahşap döşeme şeritlerinden yapılmış engel olanları da var.En soldakinin camı yeni kırıldığı için,engel olarak sadece bir naylon parçası var üzerinde.Zamanı gelince ahşap döşeme parçalarıyla  tamamen kapatılmayı bekliyor.Döşemede artık kocaman bir delik var.Aşağısı karanlık: Korkuyorum.

Odanın bir duvarında da, ağzına kadar her türlü kitapla ve kimisine bir çizik bile atılmamış,kimisi ağzına kadar yazılmış defterlerle dolu bir kitaplık.Hepsini ben yazdım kitapların ama tek bir harf bile bulamassınız içlerinde.Bir de benim üzerinde uyuduğum,hep aynı  yerde yatılmaktan sol yanının kumaşı incelmiş,küçük çiçeklerinin renkleri solmuş olan,kanepem var.Geceleri fazla gıcırdıyor olsa da,benim için o en rahat tek kişilik kanepedir.Ben hep yalnız uyurum.

Odanın,pencerelerden ve kapıdan uzak olan köşesi örümcek ağlarıyla tamamen örülmüş halde.Arkasına girip saklanabileceğiniz bir kuytu bile oluşmuş.Ağlardan oluşan bu ufak inde,birinin saklanıp beni izlediğinden şüphe ediyorum bazen.Ben bu odada hiç örümcek görmedim.

Her taraf tozlarla kaplı.Ahşap masanın üzerinde,uzun zamandır açmadığım,deri kaplı siyah defter üzerinde,üç parmağımın izini görebiliyorum.Şeker krizine girdiğim bir gün,önünde duran raftan,portakal şekerlemelerimin olduğu kavonozuna uzanabilmek için,üç parmağımla destek almıştım.Portakal şekerlemelerini çok severim.Ekşimsi-tatlı tatları beni mutlu etmeye yarayan tek kaynaktır.Uzun zamandır şeker yemiyorum.

Odanın,duvarlarından birinde ise küçük bir kız çocuğu resmi asılı.Sanki çok uzun zaman önce tanışmışız bir yerlerde gibi gelen tanıdık yüzü , ama ne kadar çok düşünsem de bir türlü hatırlayamadığım bir sevinci  var.Fotoğraf bir stüdyoda çekilmiş ve arka fonun bayağılığına bakacak olursak yıllar yıllar önce çekilmiş olmalı.Beyaz elbisesi içinde yerde oturarak poz vermiş,küçük bir çocuk.Gözleri ışıl ışıl.Suratındaki o kocaman neşeli gülümseden bile daha neşeli bakıyor gözleri.Küçük kızla her gözgöze gelişimizde karnıma ağrılar saplanıyor.

Fotoğrafın olduğu duvar rengarek boylarla boyanmış.Odada boyası olan tek duvar.Renkler öylesine canlı ve parlak ki,dokunsam ellerime bulaşacakmış gibi.Aslında,kendimi iyi hissettiğim zamanlarda ben boyuyorum duvarı,türlü türlü renklere.Diğer duvarları da boyamak istedim.Denedim.Dokuz zaman once,ilk duvardaki koca kitaplığı uzun uğraşlarıma rağmen hareket ettirememiştim.Camdan yapılmış tavşanımın,kitaplığın en yüksek noktasından düşüp kırıldığı ilk gündü.Sonra beş kere daha kırıldı.Artık kitaplığın alt raflarına koyuyorum tavşanı.Kapının olduğu duvar ise tam üç zaman,yedi zamancık sonunda eski rengine geri dönüyor her seferinde.Pencerelerin olduğu duvarın da alerjisi var boyaya, küçük küçük çilekler çıkıyor üzerinde.Dokunduğun zaman patlıyorlar.İçinden siyahi bir irin akıyor,belki biraz kırmızımsı.İrinin deydiği her yerde yeni küçük çilekler çıkıyor.Yenilmeyen,küçük siyah çilekler.

Sadece küçük kız izin veriyor renklere.Duvarını boyadığım zamanlarda,daha da fazla gülümsüyor sanki.Ben ilk geldiğim zaman da renkliydi duvar zaten.Odanın tüm duvarları renkliydi o zamanlar.Ne zamandır burdayım ben:   Hatırlamıyorum!

Benim adım 'Hor'.











7 Ocak 2011 Cuma

bir kadın&bir adam :mono-dia-logları vol(1)

A:sıradan bir adam  K:sıradan bir kadın

A:  Gittik biz sonra,sonra bla bla bla bla bla bla...
K:  Eeee sadete gelsene artık.
A:  Dur işte bir dakika buradan sonrası çok komik,sonra bla bla bla bla bla bla…
K:  Ööööf ama sedata gelsene be artık adam.
A:  Ne?Sedat mı? Sedat da kim oluyor be?
K:  Ne sedatı ya?Haa.. sadet diyecektim dilim sürçtü.
A:  Yaaa, demek dilin sürçtü yemezler güzelim,ağzından çıkan,aklından geçendir-iddialı laflar-.Söyle bakalım kim bu Sedat?
K:  Yanlış söyledim diyorum.Ya sen hiç hata yapmaz mısın?
A:  Ben hiç hata yapmam.-baya iddialı laflar-
K:……
A:  Şimdi söyle bakalım,kim bu saadet?
K:  Saadet mi?
A:  Ne Saadeti?
K:  Az önce ‘kim bu Saadet?’ dedin. Şimdi ben sana diyorum:kim bu Saadet?
A:  Hayır ya Sedat diyecektim yanlış söyledim.-bingo açık/1-
K:  Hani sen hiç hata yapmazdın.Kim bu saadet çabuk söyle,feci olucak yoksa.
A:  İş yerinde sekreter ama gerçekten yanlışlıkla söyledim.-klasik erkek fiyaskosu: açık/2-
K:  Yaaaa-olabildiğince uzun: tehlike - demek öyle.
A:  Bir dakika napıyorsun?Tanıştırabilirim sizi istersen rahatlayacaksan,hiçbir alakam yok onunla.Gerçekten.
K:  Ben de sizi tanıştırayım canım. ‘’kapı’’
A:  Hayır bir dakika dinle beni,böyle beni kapı dışarı edemesin dinlemeden ,hata yapıyorsun.
K:  Ben hiç hata yapmam. BAM kapı çarpar….

6 Ocak 2011 Perşembe

beynimin kemirgenleri vol(1)

İlginç meraklarım var benim,beynimi kemiren.Herkesin vardır zaten.

Peki ya bu merakların başlattığı ardı arkası gelmez sorular sorduğunuz oldu mu?Üstüne üstük bu gereksiz meraklar üzerinden,kimi zaman gerçeklik sınırlarını zorlayan hayallere daldığınız oldu mu? Ben bu lüzumsuz beyin kemirmelerini çok sıklıkla yapıyorum.

Mesela...
Yolda yürürken terkedilmiş ayakkabı teki gördünüz mü hiç? Dün ben de gördüm bir tane...Yine...İlginç…Ardından  sorular geldi…Acaba kaç numara? Acaba diğer teki nerede şu anda?Acaba alınalı ne kadar olmuştu?Nasıl oldu da ayakkabısını burada bıraktı?Acaba gerçekten bıraktı mı,yoksa düşürdü mü?Ayakkabısını düşüren biri nasıl yürümeye devam eder ki?Dengesizlik olmaz mı,diğer ayağı üşümez mi?Acaba sahibi yaşıyor mu?
Belki de bir liselidir bunu yapan...Kavga etmişlerdir bir kız için,kavgada haşatı çıkmıştır,nasıl kaçacağını bilemez halde paçaları toplayarak,apar topar koşarken,teki kalmıştır oracıkta,düşman hududuna geri dönmektense,ayaklarına taşlar bata bata kaçmak daha mantıklı gelmiştir-gelmeli de.

Şuna ne dersin: Köşedeki bina da 4. katta yalnız yaşayan 70 yaşındaki ihtiyar...Uyumak için dönüp dururken yatağında,çiftleşmek üzere kızışmış olan kedilerin çıkardığı o iç gıcıklayıcı seslerden rahatsız olup -ki hak vermiyor değilim kendisine- -ama belki de eski günlere özlemin getirdiği bir çekememe durumu da olabilir-  acele acele pencereye doğru ilerlerken söylenerek,eline geçirdiği ilk şeyi alır   - ki bu da söz konusu ayakkabıdır-  ve aşağıya hedefe,yani kedilere fırlatır...Evet,kediler hala hayattalar ve silah sadece az ileriye düşmüştür…Kediler ayrılır,ayakkabı kalır.
Neden ayakkabıyı geri almadı peki? Çünkü aslında o yürüyemiyordur.5 yıl önce haftalık pazar alışverişine giderken geçirdiği trafik kazasından sonra,tekerlekli sandalyeye bağlı kalmıştır.İşte bu yüzdendir ki ayakkabılara ihtiyacı yoktur artık...yada vardır…kedileri kovmak için…Zaten diğer teki de geçen martta tekir cinsi kediyi tam kuyruğundan vurmuştu…

Peki ya pamuk prenses hikayesi doğruysa ve o ayakkabı prensin onu bulup,daha sonra da külkedisini ulaştırmasını bekliyorsa.Böylece onlar evlenir ve mutlu bir aile olurlardı.Hatta onları kavuşturmuş olmasının şerefine ayakkabıyı cam bir fanusa yerleştirip,evin deniz manzaralı en güzide yerine yerleştirebilirlerdi bile,haftalık boyası ve cilası da yanında cabası. Gelen konuklara o romantik hikayelerini anlatırken,parmakla gösterilmesini izlerdi o da,yeni atılmış cilasıyla.Bir kaç yıl sonra da yanına,üzerinde küçücük fiyongu olan,parıl parıl parlayan rugan bir ayakkabı getirirlerdi.Onlarda günlerini bağcıklarını birbirine sürterek geçirirlerdi. -Kimse onları izlemediği zamanlarda tabi-  Hayır tabiî ki de,   -İki yıl sonra da küçük küçük ayakkabıları olurdu -Gibi klişe bir yaklaşımda bulunmayacağım.Çünkü ‘rugan’ o parlak derisi kırışsın,parıltısı gitsin istemiyordu.

…Oovvv…bir dakika…Kadın ayakkabısı değildi ama o…İşte yeni bir soru daha…Niye bu tek pabuçlar hep erkek pabucu oluyor?Bunu kasıtlı yapan birisi mi var acaba?Geceleri boş bulduğu sokaklara erkek ayakkabı teklerini dağıtarak insanlar üzerinde o mistik ama tedirgin edici soruları sorduran bir anti-kahraman mı? Şuanda bana bunları sorduruyor olmaktan keyif alan ve bana kıs kıs,sinsice gülen bir ‘’pabuç tekçisi’’mi? Evet  bu zaferi için kötü adam gülüşü yapmıyor,tam da dediğim gibi kıs kıs,sinsice gülüyor.Böylesine düşüncesizce insanların beyinlerini yoran,bunu iş edinmiş olan ve daha da kötüsü bundan zevk alan bir adam ancak sinsice duvar arkalarından gülebilir.Peki ama bu adam gündüzleri ne iş yapıyor? 

Bu sorudan sonra soru yağmurum ve hayal bombardımanım daha ne kadar sürdü hatırlamıyorum bile.Kendime geldiğimde,4. kattaki 70 yaşındaki amcanın torunlarından gelen mektuplarını ona vermiş   -kendisi aşağı inip alamıyor diye ben yardımcı oluyorum evimin kapısından içeri girmiş, ayakkabılarımı cam fanusuna yerleştirmiştim bile…

TEST-is-LER

''Hayata at gözlükleriyle bakıyorsunuz. Aslında bakıyorsunuz demek yanlış. Çünkü görmek için çaba sarfetmiyorsunuz. Sorunlardan kaçmak için hiçbir şeyi görmemeyi seçmiş gibisiniz. Gerçekle ilişkiniz, sadece kendi dünyanızda. Uzağı görmek, ayrıntılarla uğraşmak size çok zor geliyor. Oysa kabuğunuzdan çıkıp bir baksanız, o kadar da zor değil.'' 

''Sizi durup dururken dürten, yakanızı bırakmayan; adeta temel niteliğindeki dürtünüz kontrol etme dürtüsü. Her şey kontrolünüz altında olmalı. Yamuklar düzeltilmeli, dağınıklıklar düzenlenmeli, sıfır hata olmalı! Gerekirse insanlar da hizaya getirilmeli!''


''İçinizde bir çocuk var, ama yaşı yok. Adı var: Sevgili ben! Bu yüzden egoistsiniz, sizden başka kimsenin kıymeti yok. Kimbilir, belki çocukken çok yalnızdınız ve kendinizden başka kimseniz yoktu. Kendinize anne, baba, kardeş, arkadaş oldunuz. Bu yüzden içinizdeki çocuğun hiç yaşı olmadı. Hep hayaller vardı. Dünya o kadar size aitti ki, şimdi de yalnız sizin için dönüyor.''

''Siz içinizde tek boynuzlu at (Unicorn) besliyorsunuz. Yakalanmasına imkân yoktur, çok nadirdir. İyilik, saflık, doğruluk, dürüsttük, akıl, güzellik temsilcisi. Sizde her şeyin en güzeli var, kötülük yok. Dünyada iyilik diye bir şey olduğunun kanıtlarındansınız.''

''Siz kendiniz ve sevmek söz konusu olduğunda asıl odaklandığınız şey, başkaları tarafından sevilmek. Bu çeşitli şekillerde yorumlanabilir: Aslında kendinizi sevmiyorsunuz da, başkaları sizi sevince özsevgi duygunuz kabarıyor denebilir. Ama durum böyle değil. Kendinizi seviyorsunuz ama siz, hayatı hep başkalarıyla seviyorsunuz. Muhabbet sizin için en vazgeçilmez şey. Yalnız olmayı sevmiyorsunuz. Çocuksu bir ruha sahipsiniz ve sizin için sevmek söz konusu olunca kendiniz tarafından değil, başkaları tarafından sevilmek daha ön planda...''

Ve son vuruş:

''Şüpheci Kişilik Özelliğinden bahsedilebilir. Bu kişiler telaşlı, gergin ve kaygılıdırlar. Son derece alıngan son derece hassas ve son derece başkalarından sürekli darbe yediğini savunan, insanlara güveni sarsılmış, aşırı şüpheci, aşırı derece her kelime ve hareketi kendince yorumlayan kişilerdir. Gergin ve telaşlı halleri depresyon tetikleyicisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Anksiyete (telaş,kaygı) , panik geliştirirler. Şüphelerini konuşmak yerine içlerine de atabilirler ki bu son derece yıkıcıdır.
Bu test Prof. Dr. Arif Verimli tarafından hazırlanmış olup, konu hakkında detaylı bilgi almak ve testin orjinal halini görmek için kendisinin sitesini ziyaret edebilirsiniz.  ''

Bunlarmış koca bir benin özeti...